24 Temmuz 2014 Perşembe

deliduman


Emrah Serbes’in son romanından, facebook adresime düşen bir gönderi sayesinde haberdar oldum. Benim açımdan etkileyici bir gönderiydi, Emrah Serbes’e Selim İleri’nin yazdığı bir mektuptu çünkü. Selim İleri, kıskançlığını saklamadığını açık açık belirterek Serbes’i bu romanından dolayı tebrik ediyordu.
Geçmişte Selim İleri’nin kıskançlığına layık olmuş bazı yazarlar vardır. Bunlardan en önemlisi bana göre Oğuz Atay’dır. Özetle Selim İleri bir yazarı kıskanmış ise bu işte bir iş var demektir.
Hemen kitabı aldım ve okudum, yanı sıra "Erken Kaybedenler"i de...
Ve, evet, böyle bir tüyoyu es geçmeyip bu iki kitabı okuduğum için şimdi çok mutluyum.
Okurlara konusundan söz etmeyeceğim. Halen çok satanlar listesinde bir numara; edinin, okuyun... Tadınızı kaçırmaya gerek yok.
Fakat Emrah Serbes’e rahatlıkla yapılabilecek bir eleştiri hakkında düşüncelerimi aktarmak isterim. Cinsiyetçi ifadelerle, küfürlerle dolu her iki kitap da... Serbes’in böyle bir eleştiriye –niçin bu cinsiyetçi söylemi tercih ediyorsunuz?- yanıtı zaten basit olacaktır. 14-17 yaş arası erkek çocukların ağzından küfürsüz bir şeyler yazın da göreyim, diyecektir...
Ben ise farklı bir şey söyleyeceğim; cinsiyetçilik, ırkçılık gibi söylemle yeniden üretildiği ön kabul edilen sorunlar, aslında söylemin bir çeşit baskılanmasıyla ortadan kalkmaz. Edebiyat bize verili dönemde bu söylemin nasıl kendini yenilediğini, halihazırda nasıl yaşatıldığını gösterecek en önemli kaynaklar arasındadır.
Murat Belge, bir yazısında Tenten’i çok sevdiğini anlatır. Tenten, Fransız ırkçılığının birçok söylemini de içeren bir çizgiromandır. Irkçı bir sözü ayıplamak başka bir şeydir, kendi doğallığında bu önyargıları aktardığı için, bizlere ırkçılığın veçhelerini, çehrelerini sunan Tenten’i zararlı ilan etmek başka bir şeydir.
Emrah Serbes’in erkek egemen söyleme sahip davranışları ve düşünceleriyle bunu yeniden üreten ama aynı zamanda yaratıcı biçimde yeniden şekillendiren kahramanları, bu söylemi nasıl devraldıkları, sahip oldukları ırkçı ya da cinsiyetçi konumlarını nasıl bir habitatta çimlendirdikleri ele alınarak analiz edilmeye çok uygun kahramanlar.
Zamanında Behzat Ç dizisi için Ekpres dergisinde çıkan bir yazıyı hatırlıyorum; Behzat Ç’deki benzer özellikleri eleştiriyordu yazı. Oysa başarılı bir dizi formatında gerçekten olmayan bir polis tipi üzerinden mi gidilmeliydi yani? Behzat Ç adlı gerçekten var olabilecek bir polisi halihazırdaki derin devletle, yargıyla, örgütlerle, sıradan insanla, küçük hesapları olan metropol insanlarıyla, varoş gençleriyle ilişkiye soktuğunuzda hem olay örgüsü hem de maddi gerçeklik yerine oturmuyor mu?
Deniyor ki, bu ilişkiler yeniden üretiliyor... Ben de soruyorum: Nerede üretiliyor? Yazarın beyninde mi sadece?
Yazar, bu söylemlerin kaynağı olan yaşam tarzlarını bu söylemlerle ve bizzat ırkçılıkla, cinsiyetçilikle mücadele eden kesimlerle karşı karşıya getirmeyi de ihmal etmiyor ki... Bize bir Türkiye panoraması sunuyor.
24 Temmuz Perşembe

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder