Kitap Evi
Enis Batur’un şiirlerine, düzyazılarına, zaman zaman
yayımladığı romanlarına tam anlamıyla yöneldiğimi söyleyemem. Eserlerini
maalesef hep başka eserler ile ilgilenirken arada okuyabildim... “Arada
okuma” meselesini daha sonra açmam gerekir sanıyorum. Şimdilik özetle geçeyim,
Hulki Aktunç’un ara zamanları gibi bir şey... “Kendimi yaşadığım” kısa anlar,
kitaplara abur cubur muamelesi yaptığım zamanlar... Kendi haline bırakıldığında
dikkati dağınık biriyimdir. Hulki Aktunç’un “Son İki Eylül” adlı güzel
romanında “Ara Zamanlar” bölümünde kahramanların, kayıtsızca patolojilerinin
doğasına kendilerini teslim ettiklerini görürüz.
Enis Batur, benim kendi haline bırakıldığımda yöneldiğim
fakat o halde de dikkat eksikliğinden mustarip olduğum için yeterince
odaklanamadığım değerli bir yazarımızdır.
Yine Facebook’ta -Sel Yayınları da Facebook arkadaşım olduğu
için- yazarın Kitap Evi adlı yeni
romanının çıktığını öğrendim.
Yıllardır haksızlık ettiğime inandığım Enis Batur’un bu yeni
romanını alıp okumaya karar verdim. Böylece geçmişe gecikmiş bir sünger
çekecek, baştan değil, sondan da olsa bir okuma yapabilecektim.
Enis Batur’u tanıyanlar sıkça anlatır; kendince
bir yaşam düzeni, dış dünyaya kapalı bir yazar yaşamı vardır. Zaten eserlerinde de iradeyi
çokca akla getiren bir anlatı vardır... Birçok kitabında olduğu gibi sigara ve
kahve ile güne yazı masası başında uyanılan, gezintilerin, buluşmaların,
okumaların, yazmaların hep irade ile inşa edilmeye çalışıldığı oldukça ilginç
bir yaşam...
Varlığını, bir başka varlığa yönelmek söz konusu olduğunda
bir çeşit terbiyeden geçiren; randevulara, buluşmalara, sıralamalara,
hesaplamalara, bir çeşit zaman sıkıyönetimine hatta toplamalara, koleksiyona,
listelemeye, kendi evrakını tasnife ve örneğin roman konuları çıkarmaya,
notları saklamaya, onları tekrar ele alırken rastlantılardan kaçınmaya... Evet,
rastlantılar... Kendine inşa ettiği yaşamda mümkün olduğu kadar rastlantıdan
kaçınmaya; eğer olur da bir rastlantı ânı çıkagelirse buna gereken saygıyı
ihmal etmeden yönelmeye, o rastlantının hakkını yine iradesiyle vermeye çaba
gösteren bir yazar. Bütün bunları bir çeşit Ortaçağ şovalyesi edasıyla hayatına
yedirmeyi başaran, çok ama çok meşgul biri. Aydınlanma anlamında “aklın” hakkını
vermeye çalışan biri.
Başka yazarların bende bırakmadığı bir izlenimi bırakan,
biricik... Yani, bir yazar, evinde şu sırada harıl harıl çalışıyor... Edebiyatı
geliştiriyor, zenginleştiriyor, edebiyat üzerine hep düşünüyor... Bunu bilmek
bana iyi geliyor...
“Kitap Evi”ne gelince... Birçok romancının aşmakta büyük
güçlük çekeceği çok ama çok büyük bir sorunla, bence yine iradesiyle başa
çıkabilmiş Enis Batur... Bir romancının başına gelebilecek en kötü şey, roman
kahramanları yaratırken bir yandan da bizzat bir roman kahramanı gibi
yaşadığının farkına varmasıdır. Böyle bir durumda kendi yaşamı gelip yakasına
yapışır, bütün o orijinal DNA kodlamaları, gözünün önündeki, kalbindeki ve
beynindeki, iradeyle de olsa inşa edilmiş o edebi yaşam...
Böyle bir durumda yazar, kendimden çıkıp başka bir şey
yazamıyorum, diye isyana başlar. Böyle bir çıkmazla olsa olsa Enis Batur başa
çıkabilirdi, gibi geliyor bana.
Romanın kahramanı birinci tekil şahıs, açıkcası Enis Batur’a
bir roman kahramanından çok daha fazla benziyor. Bunu dert etmeden romanını
yazmaya devam etmiş yazar.
Her zaman yaptığı gibi romanın kurgusuyla, yöntemiyle,
anlatının onu süreklemesiyle arada hesaplaşmaya çalışmış. Bu yabancılaştırma
çabaları, başarıya ulaşmış görünüyor. Romanı onun yazdığını her satırında okura
hissettiren, yazarla özdeşleşme gibi bir şansı ortadan kaldıran, Enis Batur’un
da yazılarında olduğu gibi yaşamında da özen gösterdiği “sen başka, ben başka”
makamını yeniden üreten bir yapıt.
Ama belki çok daha derin bir şey yakaladığımı
hissediyorum... Yazar, kitaplar söz konusu olduğunda tüm inşa ettiklerini bir
kalemde silip atabileceğini, ertesi gün her şeye yeniden başlayabileceğini,
böyle inşa edilmiş bir yaşamda böyle cesaret isteyen bir işe sıfırdan
koyulabileceğini açıklıkla ortaya koyuyor. Önümüze koyuyor bu demir
leblebiyi...
Kitaplar arasında kendini kaybedebildiğini, yazı masasında,
kütüphanesinin raflarında o kayboluşların müptelası olduğunu, belki de böyle
bir “uçuş”a imkân verdiği için bu yaşam tarzının maddi olarak inşasına tüm
enerjisini harcadığını anlıyorsunuz.
Enis Batur’un kitap sevgisini siz de seviyorsunuz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder