25 Temmuz 2014 Cuma

Kitap Evi


Kitap Evi


Enis Batur’un şiirlerine, düzyazılarına, zaman zaman yayımladığı romanlarına tam anlamıyla yöneldiğimi söyleyemem. Eserlerini maalesef hep başka eserler ile ilgilenirken arada okuyabildim...  “Arada okuma” meselesini daha sonra açmam gerekir sanıyorum. Şimdilik özetle geçeyim, Hulki Aktunç’un ara zamanları gibi bir şey... “Kendimi yaşadığım” kısa anlar, kitaplara abur cubur muamelesi yaptığım zamanlar... Kendi haline bırakıldığında dikkati dağınık biriyimdir. Hulki Aktunç’un “Son İki Eylül” adlı güzel romanında “Ara Zamanlar” bölümünde kahramanların, kayıtsızca patolojilerinin doğasına kendilerini teslim ettiklerini görürüz.
Enis Batur, benim kendi haline bırakıldığımda yöneldiğim fakat o halde de dikkat eksikliğinden mustarip olduğum için yeterince odaklanamadığım değerli bir yazarımızdır.
Yine Facebook’ta -Sel Yayınları da Facebook arkadaşım olduğu için- yazarın Kitap Evi adlı yeni romanının çıktığını öğrendim.
Yıllardır haksızlık ettiğime inandığım Enis Batur’un bu yeni romanını alıp okumaya karar verdim. Böylece geçmişe gecikmiş bir sünger çekecek, baştan değil, sondan da olsa bir okuma yapabilecektim.
Enis Batur’u tanıyanlar sıkça anlatır; kendince bir yaşam düzeni, dış dünyaya kapalı bir yazar yaşamı vardır. Zaten eserlerinde de iradeyi çokca akla getiren bir anlatı vardır... Birçok kitabında olduğu gibi sigara ve kahve ile güne yazı masası başında uyanılan, gezintilerin, buluşmaların, okumaların, yazmaların hep irade ile inşa edilmeye çalışıldığı oldukça ilginç bir yaşam...
Varlığını, bir başka varlığa yönelmek söz konusu olduğunda bir çeşit terbiyeden geçiren; randevulara, buluşmalara, sıralamalara, hesaplamalara, bir çeşit zaman sıkıyönetimine hatta toplamalara, koleksiyona, listelemeye, kendi evrakını tasnife ve örneğin roman konuları çıkarmaya, notları saklamaya, ­onları tekrar ele alırken rastlantılardan kaçınmaya... Evet, rastlantılar... Kendine inşa ettiği yaşamda mümkün olduğu kadar rastlantıdan kaçınmaya; eğer olur da bir rastlantı ânı çıkagelirse buna gereken saygıyı ihmal etmeden yönelmeye, o rastlantının hakkını yine iradesiyle vermeye çaba gösteren bir yazar. Bütün bunları bir çeşit Ortaçağ şovalyesi edasıyla hayatına yedirmeyi başaran, çok ama çok meşgul biri. Aydınlanma anlamında “aklın” hakkını vermeye çalışan biri.
Başka yazarların bende bırakmadığı bir izlenimi bırakan, biricik... Yani, bir yazar, evinde şu sırada harıl harıl çalışıyor... Edebiyatı geliştiriyor, zenginleştiriyor, edebiyat üzerine hep düşünüyor... Bunu bilmek bana iyi geliyor...
“Kitap Evi”ne gelince... Birçok romancının aşmakta büyük güçlük çekeceği çok ama çok büyük bir sorunla, bence yine iradesiyle başa çıkabilmiş Enis Batur... Bir romancının başına gelebilecek en kötü şey, roman kahramanları yaratırken bir yandan da bizzat bir roman kahramanı gibi yaşadığının farkına varmasıdır. Böyle bir durumda kendi yaşamı gelip yakasına yapışır, bütün o orijinal DNA kodlamaları, gözünün önündeki, kalbindeki ve beynindeki, iradeyle de olsa inşa edilmiş o edebi yaşam...
Böyle bir durumda yazar, kendimden çıkıp başka bir şey yazamıyorum, diye isyana başlar. Böyle bir çıkmazla olsa olsa Enis Batur başa çıkabilirdi, gibi geliyor bana.
Romanın kahramanı birinci tekil şahıs, açıkcası Enis Batur’a bir roman kahramanından çok daha fazla benziyor. Bunu dert etmeden romanını yazmaya devam etmiş yazar. 
Her zaman yaptığı gibi romanın kurgusuyla, yöntemiyle, anlatının onu süreklemesiyle arada hesaplaşmaya çalışmış. Bu yabancılaştırma çabaları, başarıya ulaşmış görünüyor. Romanı onun yazdığını her satırında okura hissettiren, yazarla özdeşleşme gibi bir şansı ortadan kaldıran, Enis Batur’un da yazılarında olduğu gibi yaşamında da özen gösterdiği “sen başka, ben başka” makamını yeniden üreten bir yapıt.
Ama belki çok daha derin bir şey yakaladığımı hissediyorum... Yazar, kitaplar söz konusu olduğunda tüm inşa ettiklerini bir kalemde silip atabileceğini, ertesi gün her şeye yeniden başlayabileceğini, böyle inşa edilmiş bir yaşamda böyle cesaret isteyen bir işe sıfırdan koyulabileceğini açıklıkla ortaya koyuyor. Önümüze koyuyor bu demir leblebiyi...
Kitaplar arasında kendini kaybedebildiğini, yazı masasında, kütüphanesinin raflarında o kayboluşların müptelası olduğunu, belki de böyle bir “uçuş”a imkân verdiği için bu yaşam tarzının maddi olarak inşasına tüm enerjisini harcadığını anlıyorsunuz.
Enis Batur’un kitap sevgisini siz de seviyorsunuz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder